Ana Sayfa Haberler Halkın Temsiliyeti ve Sahip Çıkamadığı Değerler

Halkın Temsiliyeti ve Sahip Çıkamadığı Değerler

1
0
haberler , son dakika haberler , son dakika haber , haber , en son haber

Türkiye siyasi tarihi, çeşitli evrelerden geçerek bu günlere ulaştı.

Türkiye kelimesini bilerek kullandım çünkü bu topraklarda Osmanoğulları’nın hüküm sürdüğü zamanlardan yani Tanzimat fermanından bu yana seçim yapılıyor, halk bir şekilde temsil ediliyor.

Tanzimat Fermanı ile başlayan demokrasi hikayesi, Cumhuriyet’in ilanıyla yeni bir boyut kazandı.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir” sözüyle vurguladığı halk iradesi, Türkiye’de yönetim anlayışının temel taşı oldu.

Ancak, bu kazanımlar halkın mücadelesiyle değil, jakoben, yukarıdan inşa edilen bir sistemle sağlandığı için ne değeri tam olarak anlaşıldı ne de bu kazanımlara yeterince sahip çıkıldı.

Bugüne geldiğimizde, yine kritik bir dönemeçten geçtiğimiz açıkça görülüyor.

Son olarak Ekrem İmamoğlu ve çevresine yönelik operasyonlar, Türkiye siyasetinde yeni bir tartışmayı beraberinde getirdi.

Ancak bu sürecin yalnızca belli bir kesimin tepkisiyle aşılması mümkün mü? Özellikle yaz aylarında Ege ve Akdeniz kıyılarına göç eden, siyasete mesafeli ve bireysel hayatına odaklanan hedonist kesimin bu tür siyasi gelişmelere karşı kayda değer bir refleks göstermesi beklenebilir mi?

İşte tam da bu nedenle, demokrasiye bedelsiz kavuşmuş bir halkın, elindeki değerleri koruyamaması riskiyle karşı karşıyayız.

İşte bu demokrasi nimetine bedavadan kavuşmuş halkın bu değerlere sahip çıkmaması nedeniyle “kendini halka emanet eden” İmamoğlu’nun yarattığı dramın hayal kırıklığı ile sonuçlanması muhtemel…

Bu noktada, siyasette alternatif isimler de tartışılıyor. Ancak özellikle Mansur Yavaş’a yönelik milliyetçi çevrelerde yükselen beklentiler de gerçekçi bir zemine oturmuyor.

Zira Yavaş, siyasal dinamikleri köklü şekilde değiştirecek bir lider profili çizmiyor, hatta pasif bir siyasi görülüyor.

Öte yandan, değişen jeopolitik dengeler ve küresel politikalar çerçevesinde Türkiye’de beklenen türde bir iktidar değişikliğinin arzu edilmediği de anlaşılıyor.

Türkiye Cumhuriyeti, geçmişte 12 Eylül sonrası sağcı ve solcu grupları aynı hücreye koyarak ortak bir denge kurmaya çalışmıştı.

Bugün de bölgesel politikalar söz konusu olduğunda, birbirine zıt gibi görünen aktörlerin aslında diyalog kurabildiklerini görüyoruz.

Bu durum, mevcut siyasal düzenin belirli bir denge içinde sürdürüleceğine işaret ediyor.

Türkiye siyaseti kritik bir süreçten geçerken, halkın demokratik kazanımlarına ne ölçüde sahip çıkacağı büyük bir soru işareti olarak duruyor.

Tarih boyunca, mücadele edilmeden kazanılan hakların korunmasının zor olduğu defalarca kanıtlandı. Bugün de benzer bir durumla karşı karşıyayız.

Mevcut gelişmeler, halkın siyasi bilinç düzeyini ve demokrasiye olan bağlılığını test edecek. Önümüzdeki süreçte, Türkiye’nin siyasi geleceğini belirleyecek olan şey yalnızca siyasetçilerin hamleleri değil, aynı zamanda halkın bu değişime nasıl tepki vereceği olacak.

Sessiz bir kabulleniş mi, yoksa bilinçli bir sahiplenme mi? Türkiye’nin yönü, bu sorunun cevabında saklı.

 

 

 

 

 

 

 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz