Napolyon’a atfedilen bir söz vardır; ‘dünya çok acı çekiyor; kötü insanların şiddetinden değil, iyi insanların sessizliğinden…’ Ya da Che’nin; ‘özgürlüğün önündeki en büyük engel; halinden memnun olan köleler,’ İsmet İnönü’nün ‘namuslu insanlar en az namussuz insanlar kadar cesur olmalı’ sözleri… Tolstoy da demiş ya; ‘acı duyabiliyorsan canlısın; başkasının acısını duyabiliyorsan insansın’ diye… Kimin söylediğine bakmayın; her biri büyük tecrübeler geçirmiş önemli insan… Allah Rasulü de doğrulamıyor mu zaten durumu; ‘haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır’ hadis-i şerifiyle…
Aslında yukarıdaki veciz sözler ‘hak’ olana refere ediyor. ‘İslam’ denilince ‘Batı’ kültüründen beslenmiş olanların vücut kimyaları bozulduğundan, belki ikna olurlar diye, örnekleri düşüncesinin ‘esin’ kaynağı İslam olmayan bilindik filozof ya da devlet adamlarından verdik.
Batı ülkelerinin başka ülkelerdeki ‘insan haklarına’ duyarlı bir söylemi var malum… Konuyla ilişkilendirebilirsiniz elbette… Ama hemen her şeyleri gibi o da sahte… Mesela Batıda Michael Jackson’ın ani ölümü mü, yoksa bir milyon Iraklının “katledilmesi” mi daha fazla konuşuldu… Cevabı bilindik türden… Peki, o zaman medeniyet bunun neresinde…
Eğer takip ediyorsanız; yeni Trump yönetimi Güney Afrika Cumhuriyeti ile uğraşmaya başladı. ‘Özel mülkiyet’e dokunuyormuş… ‘Çalınmış-gasbedilmiş’ özel mülkiyete… Asıl konu İsrail’e UCM’de açtığı dava elbette… Biliyorsunuz bu ülkede 1990’lı yıllara kadar doğrudan ırk ayrımcılığına dayalı bir rejim vardı. Mandela’nın liderliğinde son verildi bu rejime… Zaten dışarıdan gelmiş olan ve nüfusa oranları yüzde 20 bile olmayan bu ‘sömürgeci azınlık’ süreç içerisinde verimli toprakların dörtte üçüne el koymuş… Yani ellerinden zorla alınan üstelik ‘ırgat’ olarak çalıştırılan bu insanlar haklarını istiyor ama, Batı denince ilk akla gelen medeniyet (!) bunu olarak dünya gündemine hak ihlali taşıyor. Üstelik Güney Afrika doğumlu Elon Musk marifetiyle… Ama bir diğer taraftan Golan tepelerini İsrail’e veriyor, Kudüs’ü resmi başkent ilan ediyor, Gazze’ye çökme planları yapıyor, Batı Şeria’yı İsrail’e peşkeş çekmenin provasını yürütüyor.
İki yüzlü demek isterdim ama çok bilinmeyenli, sayısı belirsiz yüzlü bir medeniyet (!) bu… Malum; matematikte bilinmeyen sayısı arttıkça denklemi çözmek güçleşir. Bilinmeyen sayısını bilemezseniz de problemi çözemezsiniz. Batı her şeyinde olduğu gibi bu konuda da nev’i şahsına münhasır. Nev’i (türü) de; global münafık… Katlettiği masumun cenazesine katılan mafya liderleri gibi…
Her ne hikmetse ‘Batı’da eğitimlerini tamamlamış olanların neredeyse tamamı, kendi kültürüne yabancılaşıyor. Böyle olunca da her platformda ‘sahibinin’ kılıcını sallıyor bu elitler; onun ‘ekmeğiyle’ büyüdüğü için olsa gerek… Türkiye’de de öyle değil mi… 15 Temmuz’daki ‘aparat’ın sahibi adına salladığı kılıç elinden alınınca, bu kültürden beslenmiş her kim varsa aynı safta olduğu anlaşıldı. Ulusalcısının, Sosyal demokratının, Kürtçüsünün, Kemalistinin, liberalinin… dini aynı çünkü; batı ideolojisi…
Muhatabı insan olmayan bir medeniyetin ayakta kalması da mümkün değildir. Tevhid-i Tedrisatı biraz da bu bakımdan değerlendirin isterseniz. Ya da harf devrimini, medreselerin kapatılmasını… Yerli ve milli besin kaynağı-esin kaynağı ile hayat felsefesi arasındaki bağ kopunca, artık etnik kimliğin de bir önemi kalmıyor. Bu, aslında bir tür müstemleke; zihinsel müstemleke…
Duruma karşı çıkanlar her ne kadar ‘mağdur’ olsa da zaman onları haklı çıkarıyor. Bu durum sadece Güney Afrika ve Mandela için değil, Suriye devrimi için de, Türkiye için de öyle (olacak). Ancak oluşturulan suni tabular nedeniyle, onca ayrılan kaynağa rağmen ülkemizde henüz özlenen dönüşüm gerçekleştirilebilmiş değildir. Çünkü geçmişi Tanzimata kadar götürülebilecek “Batı ilahiyatının tefsiri hükmündeki eğitim müfredatlarını” (tanımlama alıntıdır) içselleştiren nesillerin milli bir ortama taşınması gayet zor bir iş… Üstelik geçen sürede hakim olan ve Güney Afrika’dakine paralel bir faşist anlayış bu toprağım-medeniyetin insanını uzun yıllar askerlikten, bürokrasiden, siyasetten, hatta ticaretten uzak tuttu. Öyle anlaşılıyor ki; artık mızrak çuvala sığmıyor; ‘Batı’ bakımından da, Batıcılar bakımından da…
Medeniyet fetret dönemlerinde ortaya çıkan bir olgu değildir. Medeniyet perspektifi geliştirmek ancak barış ve huzur ortamında mümkündür. Eğer düşman saldırısı altında iseniz önce düşmanı bertaraf etmenin hesabını yaparsınız. Olması gereken de budur. Zira eğer düşmanı mağlup edemezseniz, laboratuvarda yaptığınız deneylerin bir faydası da olmaz.
Medeniyet son birkaç yüzyıldır ağır bir saldırı altında… Sorumlu insanların bunlarla mücadele görevi var. Adeta ölüm-kalım mücadelesinde iken de medeniyet yarışında geri kalıyorsunuz. Hali hazırdaki İslam toplumunun medeniyet yarışını geriden takip etmesinin nedeni referans kaynaklardaki eksiklik değil, yaşadığı bu ‘fetret’tir. Kaybedilen bir medeniyet yarışı filan yoktur; içiniz rahat osun. Tarihte de olmuş bir şey tekrarlamaktadır; o kadar… Parantez biraz geniş açılı olmuştur sadece…
Not: Bir arkadaşımın uyarısı ile yazıyı aynı başlık altında yayınlamayı bu yazı ile bitiriyorum. Konu devam edecek ama bağımsız başlıkla ele almaya çalışacağım. Vesselam.