Ana Sayfa Haberler 28 ŞUBAT 1997 POSTMODERN DARBE İHANETİNİN SIRRI 15 TEMMUZ 2016 HAİN...

28 ŞUBAT 1997 POSTMODERN DARBE İHANETİNİN SIRRI 15 TEMMUZ 2016 HAİN FETÖ KALKIŞMASINDA İFŞA OLDU

2
0
haberler , son dakika haberler , son dakika haber , haber , en son haber


Türkiye Cumhuriyeti demokrasi tarihine kara bir leke olarak düşen, tarihsel hafızamıza paslı bir çivi gibi çakılan, bu ülkenin siyasal zemininin nasıl kurgulandığını ve kimler tarafından yönlendirildiğini en net şekilde özetleyen hain bir süreçtir 28 Şubat. Türk milletinin işbaşına getirdiği en başarılı hükümete karşı yapılmış en terbiyesiz ve seviyesiz harekettir 28 Şubat.  Militarist iradenin 5’li çeteyle iş birliği yaptığı, iş adamlarının, medyanın, yargının bağımsızlıklarını bir kenara bırakarak birilerinin emrine amade oldukları ve iradelerini iç ve dış mihrakların yönlendirmelerine bıraktığı bir postmodern darbedir 28 Şubat.  

Bu karanlık süreç, Türkiye Cumhuriyeti’nin en başarılı hükümeti Refah-Yol’un ve 11 aylık döneminde destan yazan 54. Hükümetin Başbakanı, Milli Görüş Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın görevinden edilmesi için, dış mihraklarla iç mihrakların ortaklaşa düzenledikleri bir kumpas olarak tarihimizin kara sayfalarında yerini almıştır. Ne vardı bu darbenin arkasında? Kimlerin ayaklarına basılmıştı? Öncelikle havuz sistemiyle, bankacılık sistemini ellerinde tutan rantiye kesiminin bol keseden devlete yüzde 125 faizle para satmalarının önü kesildi. Devletin farklı kurumlarından düşük faizlerle topladıkları paraları ihtiyacı olan diğer kurumlarına yüksek faizlerle vererek devleti soyup soğana çeviren bu kesimin, küresel kapitalizmin ve faiz haram zedelerinin önü kesilince ne yapacaklarını şaşırdılar. Bir manşetle devletten ihale koparanlar, bir başlıkla devletin kaynaklarını ceplerine indirenler, Refah-Yol Hükümeti döneminde istedikleri ve arzuladıkları mümbit zemini bulamadılar. Yıllardır alışık oldukları kirli tezgâhlarının bozulması ve ülkenin imkânlarının emekliye, memura yüzde 100 zam olarak yansıtılması, devletin tarihinde ilk defa denk bütçe yaparak gelir-gider dengelerinin yerine oturması, bu darbeyi hazırlayanları harekete geçiren en büyük sebep olmuştur. Millete bu zamlar yapılırken ülkenin muhalefeti hep bir ağızdan “Kaynak nerde?” diye bağırıyor, Sendikalar işçilerin menfaatini bir kenara bırakmış, laiklik tamtamları atarak işçileri sokağa dökmeye çalışıyordu.

Ülkemizde “60 ihtilali, 71 muhtırası, 80 darbesi, 28 Şubat postmodern darbesi ve son olarak 15 Temmuz hain kalkışması ile, Millet iradesi neredeyse her 10 yılda bir darbelerle kesintiye uğratılmıştır. Tüm bu darbelerin içinde en sinsi ve en kirli olanı 28 Şubat darbesi olmuştur. Çünkü 28 Şubat darbesi ile bu milletin, bu ülkenin geleceği çalınmıştır. Çalışanın emeği, fakir fukaranın ekmeği çalınmıştır. Topyekûn bir milletin umudu, gelecek hayalleri çalınmıştır. Çünkü ne irtica ne şu ne bu 28 Şubat’ın iki ana sebebi vardır. Biri, rantiyecilere giden hortumun kesilerek, milletin hakkının millete aktarılması. Diğeri ise D-8’lerin, yani Türkiye’nin önderliğinde 8 büyük İslam ülkesi arasında ekonomik ve kültürel iş birliği teşkilatının kurulmasıdır. Birincisi içerideki işbirlikçi rantiyeyi, diğeri de dışarıdaki emperyalistleri rahatsız etmiştir”

28 Şubat darbesinin Ekonomik sonuçları en az siyasi sonuçları kadar ağır ve ahlaksızdır. Örnek olsun diye sadece bir rakam vermek istiyorum; 28 Şubat irtica yaygarasının altında, 22’si özel 4’ü devlet bankası olmak üzere tam 26 tane bankanın içi boşaltılmıştır. Sadece bu soygunun millete maliyeti 50 milyar doların üzerindedir.   28 Şubat, Soğuk Savaş’ın bitirilmesinden sonra 1990’larda küresel sistem tarafından başlatılan İslâm’la postmodern savaş stratejisinin bir uzantısıdır. Terör diye bir hayalet icat edildi, İslâm terörle özdeşleştirildi. Küresel sistem, İslâm’la değil, “terörle savaşıyoruz” diyerek, İslâm’ın yükselişini durdurmak aracıyla başlatmıştı bu İslâm’la postmodern savaş sürecini…

Strateji, doğrudan İslâm’ı hedef almıyor, İslâmî oluşumları hedef alıyordu.  Bu stratejinin adı, “İslâm’a Karşı İslâm” savaşıydı.  İslâm’a karşı İslâm stratejisiyle üç proje adım adım hayata geçirilmek isteniyordu.

Birincisi, İslâm’ın terörle özdeşleştirilmesi hedefleniyordu. Burada iki amaç gözetiliyordu: Önce, dünyanın İslâm’dan nefret etmesi, sonra da Müslüman toplumların İslâm’dan uzaklaştırılmaları amaçlanıyordu. Tam bu noktada ikinci proje devreye sokuldu: Paralel dinler icad etmek. İki tür paralel din icat edilmeye çalışıldı.

Birincisi, iki asır önce Vehhâbilikle başlatılan neo-selefīlik üzerinden şiddete sürüklenebilecek hâricî mantığı icat edildi ve hâricî mantığı, tarihte ilk defa Müslüman toplumların omurgası hâline getirilmeye çalışıldı. İkinci olarak da Hindistan’da Kadiyânîlikle başlatılan, Türkiye’de ve küresel ölçekte FETÖ ile nihâî noktasına ulaştırılan “ılımlı İslâm” projesiyle İslâm’ın protestanlaştırılması, yani ruhunun yok edilmesi, hayattan uzaklaştırılması, dinin bireysel bir inanç meselesine indirgenerek İslâm’ın küresel sistemin zorbalıklarına, haksızlıklarına meydan okuyan direnç noktalarının kırılarak, hormonlu Müslümanlar icat edilmek istendi. Ölümü göstererek sıtmaya razı etmek hedefleniyordu…

Üçüncü proje ise, İslâm dünyasında Sünnî-Şiî çatışması icat edilmeye çalışılacaktı… İslâm’a Karşı İslâm stratejisinin bu üç ayağı da büyük ölçüde başarılı oldu, ne yazık ki! 28 Şubat süreci, işte küresel sistemin İslâm’a Karşı İslâm stratejisinin bir uzantısıydı…

28 Şubat’ın aktörleri, “irticayla savaşıyoruz” diyerek bin yıl süreceğini söyledikleri postmodern bir darbe yaptılar. Küresel sistemin postmodern / sinsi yöntemlerle İslâm’la savaştığı bir süreçte, 28 Şubatçıların “irtica tehdidi” numarasıyla, toplumun kardeşliğinin, ülkenin birlik ve bütünlüğünün yegâne sigortası, toplumun en büyük ortak paydası, İslâmî kimlik ve duyarlıklar aşındırıldı; etnik kimlikler kaşındı… Böylelikle, PKK’nın önü açıldı, Türkiye bölünmenin eşiğine sürüklendi. 

28 Şubat postmodern darbesiyle, İslâmî kimliklerin ve söylemlerin hedef tahtasına konulması, Türkiye’yi dimdik ayakta tutan omurgayı yıprattı, tutkalı sulandırdı.  Toplumda, İslâmî kesimler de dâhil hızlı bir sekülerleşme süreci başlatıldı: Kur’ân kursları, İmam Hatip Liseleri, İslâmî kimlik ve söylemler aşındırıldıkça, etnik bilinç ve kimlikler inanılmaz bir patlama yaşadı. Böylelikle hem PKK’nın teorik temelleri atılmış hem de ılımlı İslâm projesinin hizmetkârı FETÖ’nün önü alabildiğine açılmış oldu. Sonuçta canlı, diri bir görünüm arz eden, 1980’lerde ve 1990’larda zirve noktaya ulaşan İslâmî entelektüel yönelimler kurutuldu; kitap ve dergi yayıncılığına, toplumun islami kimlik duyarlılığına büyük darbe vuruldu.

28 Şubat Milli Güvenlik Kurulu kararları diye Erbakan Hocaya dayatılan, asla imzalamadığı sonradan mahkeme kayıtları ile de tespit edilen ancak o günlerde medyada imzaladı diye iftira atılan, İslam’ı ve Müslümanları hedef alan kararları uygulamayan Erbakan’a, O günün Cumhurbaşkanı ve 28 şubatın sivil generali Demirel “ Kararları uygulamayan bedeline katlanır” beyanları, Başörtülü öğrenciler için “Türkiye de anayasa ve mahkeme kararlarına göre okumaları mümkün değildir, baş örtüsünün serbest olduğu yerlere gitsinler, mesela Suudi Arabistan’a” ifadeleri ile cuntacıların safında yer almıştır. Bu süreçte Başbakan olarak Erbakan, demokrasiye sahip çıkmaları için tüm parti liderlerini tek tek ziyaret etmiş, Ecevit ve Mesut Yılmaz’dan destek bulamamıştı. Ecevit’in Mecliste Başörtüsünden dolayı Merve Kavakçı için “burası devlete meydan okunacak yer değildir, bu kadına haddini bildirin” ifadeleri ve, partisinin büyük kongresinde kapatılan Refah Partisi ve mensupları için “Partilerini kapatmak yetmez, bunların kökünü kazımak lazım” tahrikleri ile tarihteki yerini almış, Terörist başı Öcalan’ın paketlenerek teslim edilmesi ile suni solunumla hayatta tutulmaya çalışılan Ecevit’in partisine  millet daha sonraki seçimlerde haddini bildirmiş ve gereken cevabı sandıkta en güzel şekilde vermiştir.

Refah Yol Hükümetinin arkasından işbaşına getirilen ANA SOL D Hükümetinin başbakanı Mesut Yılmaz, Erbakan’a dayatılan ama yaptırılamayan taleplerin taşeronluğuna soyunmuş, Müslümanlara karşı uygulattırılmak istenen en acımasız taleplerin ihalesini almış, İmam Hatiplerin kapatılması arefesinde “siyasi hayatıma mâl olsa dahi bu kararları uygulayacağım” ifadelerini kullanmıştır. İlk seçimde bu millet Sn. Yılmaz’ın hem siyasi hayatını bitirmiş hem de dünya ahiret pek çok şeyini yitirmiştir.

Bu süreçte; Başbakanlık konutunda kanaat önderlerine verilen iftar yemeği, Düzmece Ali Kalkancı, Aczimendi, Müslüm Gündüz -Fadime senaryoları, Sincan Belediyesi tarafından düzenlenen Filistin’le dayanışma gecesi bahane edilerek Ankara sokaklarında Tanklar yürütüldü. Binlerce Kur’an kursu ile dini eğitime ağırlık veren dernek ve vakıf kapatıldı, MGV yöneticileri idamla yargılandı. 8 yıllık kesintisiz eğitim bahanesi ile İHL leri kapatıldı, Kur’an-ı Kerim’in 12 yaşından önce öğrenilmesi yasaklandı, Üniversitelerden ve okullardan İslami kimliklerinden dolayı binlerce akademisyen, öğretmen ve öğrenci atıldı. Başörtülü öğrencilere ikna odalarında başlarını açmaları için baskı yapıldı, okul önlerinde joplattırıldı. İBB Başkanı Recep Tayyib Erdoğan şiir okuduğu için hapse atıldı. Askeriyede kendisi ya da ailesi namaz kılıyor gerekçesi ile binlerce subay, astsubay ordudan ihraç edildi. Sermaye ve iş dünyası “yeşil sermaye” denilerek ayrıştırıldı ve dışlandı. Topyekün millet Müslüman–laik ayırımına tabi tutularak fişlendi

Fetullah Gülen, O günlerde boy gösterdiği televizyon programlarında Refah-Yol hükümeti için ” Bugün Türkiye’yi idare edemeyenler, bu işi beceremedik, yüzümüze gözümüze bulaştırdık deyip çekip gitmeliler” “Birileri haksız yere laikliğe ve demokrasiye hücum ediyor.”  “Askerler, bazı sivil kesimlerden daha demokrat.” İfadelerini kullanmış, Darbenin fetva eminliğine soyunarak, “Asker yanlış da yapsa MGK kararları ile sevap almıştır.” Sözleri ile darbenin bir ayağının bu hain zihniyet olduğunu deklare etmiş oldu.

Yargıtay Başsavcısı, Refah Partisinin kapatılması için Anayasa Mahkemesine dava açtı. Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya: İrtica PKK’dan daha büyük bir tehlikedir dedi ve hedefte Müslümanların olduğunu ilan etti. Çevik Bir, “Postmodern darbe sadece irticaya karşı değil, biz onu aynı zamanda İsrail için yaptık” ifadesi ile darbenin hedef ve uzantılarını ifşa etti.

Ve zorlamalar sonucu, koalisyon protokolü çerçevesinde Necmettin Erbakan başbakanlıktan istifa etti. Daha sonra partisi kapatıldı. Partililer ve millet sokağa çıkmaya tahrik edildi. Çok büyük hain tuzaklar planlandı.

Bu süreç Rahmetli Erbakan’ın “Partimizi kapattılarsa, davamızı da kapatamazlar ya, Partinin kapatılması tarihin seyri içinde bir nokta kadar bile ehemmiyet arz etmez” “atımızı alırlar ama yolumuzu alamazlar” ifadeleri ve halkı sükunete çağıran beyanları ile hainlerin tuzaklarını boşa çıkarıverdi.

Rahmetli Mehmet Ali Birand, 28 Şubat belgeseliyle ilgili kendisiyle yapılan bir röportajda, “Eğer, iktidarda Erbakan dışında başka birisi olmuş olsaydı, inanın bu süreci biz hiç kolay atlatamazdık. Belki de kanlı bir süreç yaşardık” diyordu.

Erbakan Hoca ve ekibi siyasi linç ile karşı karşıya kaldı. Düzmece gerekçelerle yargılandı, siyasi yasak süreçleri yaşatıldı. Her şeye rağmen çok şükür Erbakan Hoca’nın engin feraseti, hassasiyeti, devlet ve millet sevgisi, insanımızın fedakarlığı ve duyarlılığı sayesinde çok büyük ve hain bir plan havada kaldı. Bin yıl sürecek diyen işbirlikçi hainler, kısa sürede vatana ihanetten yargılanarak hem yargıda hem de millet vicdanında mahkum edildi. Ne yaparlarsa yapsınlar Milletin önünden yolunu, yüreğinden sevdasını alamadılar. 

Medyanın ve bazı çevrelerin nefret söylemlerine kulak asmayan aziz milletimiz yüzyıllardan gelen birlikte yaşama kültürüne sahip çıktı.

Yakın vadede beklenen olmayınca darbeciler “B planını” devreye soktu. 28 Şubat aktörlerinin elleriyle bütün bürokrasiye yerleştirdikleri FETÖ’cüler kullanılarak devlet bu defa içten çökertilmeliydi. Köşe başlarını tutmuş olan yandaşları sayesinde her kurumda gittikçe sayıları artan bu teröristlerden kimse şüphe duymadı. Çünkü onlar da 28 Şubat’ta aşağılanan dindar kesimin sözde mensuplarıydı ve sözde mağdur rolündeydiler.

Yeterince güçlendiklerinde önce siyasi iradeyi tahakküm altına almayı denediler. Bunun için 2010 referandumunu kullandılar. Yurtdışındaki mensuplarını finanse ederek oy kullandırıp, “Ölülerinizi bile mezardan kaldırıp oy kullandırın” gibi sloganlarla referandumun getirdiği değişiklikleri sahiplenmiş göründüler. Asıl amaç siyasi iradeye başarının kendileri sayesinde kazanıldığını gösterip istediklerinin yapılmasını sağlamaktı. Bu sürecin ikinci kırılma noktasıdır. Planlarını bozan ve öngörülemeyen en önemli bir diğer faktör Recep Tayyib Erdoğan’dı. Çünkü beklediklerinin aksine dönemin Başbakanı olan Erdoğan, milletin kendisine teslim ettiği emanete sahip çıkmış ve isteklerine boyun eğmemişti. Bu tarihten sonraki bütün süreç önlerindeki bu engeli kaldırmak üzerine planlandı. Recep Tayyip Erdoğan ya ortadan kaldırılmalı ya da itibarsızlaştırılmalıydı ki bu kadar emek boşa gitmesin!

MİT Müsteşarının yargılanmak istenmesi, Gezi kalkışması, 17-25 Aralık yargı darbesi, MİT tırları operasyonu, hep bu planın parçalarıdır. Hiçbiri başarılı olamayınca kendisinden çok emin olan darbeciler “güzellikle” olmuyorsa “kanla” olur diyerek 15 Temmuz’da kışladan çıktı ve malum süreç yaşandı. 28 şubatın sırrı 15 Temmuz’da aydınlandı.

Bütün bunlar planlanırken Allah’ın da bir hesabı olduğu gerçeği göz ardı edildi. Bu milletin genleri ve Allah’ın yardımına mazhar geçmişi ve yüreği düşünülmedi.  Milletin vatan sevgisi ve feraseti hesap edilememişti. Bu vatanın evladı olan ve bu millet ile gönül bağı kurmayı beceren Erdoğan, 40 senede değil 40 dakikada bu milletten gönüllü bir ordu kurmayı başarabildi. Allah’ın yardımı, milletimizin hamiyetperverliği ve cesareti ile Hain bir kalkışmanın önüne geçilmiş oldu. Rahmetli Erbakan Hoca’nın hep söylediği “Bu milletin külüne üfleseniz altından iman çıkar.” Sözü 15 Temmuz’da cereyan etti. Şekli, görüntüsü, yaşayışı ne olursa olsun, söz konusu vatan olunca bu milletin bütün evlatlarının nasıl kükremiş aslan kesildikleri, herkese parmak ısırtacak, düşmanların uykusunu kaçıracak şekilde ortaya kondu. Ve kafalardaki şekle bakarak oluşan ön yargıları yerle bir etti.

Vatan, millet ve mukaddesat uğrunda, muhafaza ederken, mücadele ederken, darbelere direnirken mağduriyet yaşayan tüm kardeşlerimize sabır ve ecir temenni ediyor, şehadet makamına ulaşanları rahmet ve minnetle yad ediyorum. Mekanları Cennet olsun.

                                                                                                                                     Mustafa ÇELENLİ

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz